30 Nisan 2011 Cumartesi

Güneydoğu Bölüm 2: Mardin, Midyat, Hasankeyf ve Diyarbakır

Mardin
Urfa'dan Mardin'e geçiş beraberinde kültürel ve doğal değişimi de getirdi. Mardin düzlüğüne çıkınca insan ister istemez İşte Mezopotamya'nın verimli toprakları! diye düşünmeden edemiyor. Gerçekten bir gerdanlık gibi tepenin üzerine süs diye oturtulmuş bu ağırbaşlı, mimari harikası kent insana nasıl da farklı bir karakteri olduğunu hemen hissettiriyor. Sokaklarında dolaşmaya başlayınca insan başını hangi yapıya, hangi yapının hangi oya gibi süslemesine çevireceğini şaşırıyor. Süryani taş işlemeciliği ve Ermeni mimarisinin nadide örnekleri yanyana dizilmiş, güzellik yarışmasında boy gösterir gibiler..

Bir yanda ovanın uçsuz bucaksız, sonu gelmeyen düzlüğü, diğer yanda bir anda yükseliveren tepeler, Torosların güneyi ile kuzeyini ayıran bu eşik, iki farklı cihanı da birbirinden ayrı tutuyor gibi. Mardin her ikisine de ait, ama gözü Mezopotamya'ya dönük, sürekli düzlükten çıkıp geliverecek kervanları bekler, gözetler gibi..

Mardin'in Süryani ustalarının oya gibi işlediği mimarisine genel bakış..

Mimari kapı süslemelerinden bir detay..
Mardin içindeki ve çevresindeki çok sayıda kilise ve manastırı gezecek kadar vaktimiz maalesef olmadı, -sadece Deyr ül-Zafaran manastırına gidebildik- ama ilk akşam Mardin mutfağının çok özel tadlarını deneyebileceğimiz, Vedat Milör'ün programında yıldızlı pekiyi alan Cercis Murat Konağı'nda lokantaya gidecek vaktimiz oldu.

Burada Mardin'e özgü meze çeşitlerini görebilirsiniz. Mardin'e giden bu lokantaya mutlaka gitmeli!

Mardin'den sonra Midyat'a geçtik. Gün içinde ilk önce Dara Harabeleri'ni gezdik. Burası Derya arkadaşımın önerdiği gibi gerçekten çok etkileyiciydi. Taş ocaklarının içine açılmış yüzlerce kaya mezarı ve Helenistik-Pers Dönemlerinden kalma binaları, sarnıçları ve köprüleri ile Dara gerçekten görülmeye değer antik kentlerden biri.


Dara'daki devasa su depoları..


 Dediğim gibi, Mardin'den Dara'ya uğrayıp Midyat'a geçtik. Midyat'a vardığımızda akşam vaktiydi, sokaklarında üstün körü gezebildik, karnımız acıkınca da eski bir konaktan bozma restoranın avlusuna daldık. Burada halay çekmekte olan garsonlar müziği kapatıp bizi bir masaya oturttular. Pilav üstü kuzu eti yiyip otelimize döndük. Ertesi gün ünlü Mor Gabriel Manastırı'nı ziyaret ettik, sonra da benim sabırsızlıkla beklediğim Dicle'ye ve Hasankeyf'e doğru yönümüzü çevirdik.

Hasankeyf'te Kaleden Dicle'ye ve köprülere bakış
Kadim Süryani Mor Gabriel Manastırı

 Hasankeyf'den sonra Batman üzerinden Diyarbakır'a geldik. Yol üzerindeki höyükleri hava kararmakta olduğu için malesef ziyaret edemedik. Sadece Ziyaret Höyüğü'nü gördük, Kavuşan Höyük'e de uzaktan bakabildik. Körtik Tepe ve Hakemi Use'yi başka bir zaman ziyaret etmeyi umut ederek Diyarbakır'a yöneldik. Akşam vakti anca varıp eşyalarımızı bırakıp Umut Ciğercisi'ne gittik. Gerçekten buradaki ciğer Canan K. arkadaşımın dediği kadar varmış, çok lezzetli, tam bir insider tipp!

Diyarbakır'da ertesi gün suriçini ve surları gezdik. Çok etkileyici gerçekten buradaki surlar. Surların üzerindeki kabartmalara, Süryani yazıtlara baktık. Suriçindeki sokaklarda gezdik, hanlara, camilere ve kiliseleri girdik. Çarşılarında gezdik. Neredeyse 12 saat boyunca suriçinde dolanıp durduk. Mimar Sinan'ın Behram Paşa Camiisi'nin içine maalesef giremedik, Ulu Cami'deki restorasyon yüzünden buranın küçük bir bölümünü gördük, müzedeki restorasyondan dolayı da müzeyi de gezemedik. Camii peşinde koşarken bir ara Dengbej Evi'ne girdik, burada avluda oturup sanatçıları dinledik. Suriçinden herşey şu anda restorasyondan geçiyor sanırım, Diyarbakır'a bir daha gelmek gerekecek!
Dengbej Evi'nde saatlerce oturup Dengbejlerin atışmalarını dinledik, çayımızı yudumladık, sohbet ettik..Oradan hiç ayrılmak istemedik..

Diyarbakır'daki çok kısa kalışımız bize yetmedi, buraya tekrar geleceğiz, daha uzun kalacağız diye sözleştik. Diyarbakır'dan ayrılırken Ergani'ye gidip Çayönü'nü de ziyaret etmeyi ihmal etmedik. Yağmurlardan dolayı yükselmiş olan dereyi paçalarımızı iyice sıvayarak güçlükle geçtik..

Çayönü'nden sonra Siverek'e, oradan feribotla Atatürk Barajı'nı geçip Kahta'ya doğru yol aldık. Bugün itibariyle Güneydoğu'da 1600 km'den fazla yol almış olduk, yarın Nemrut Dağı'na çıkacağız..

3 yorum:

derya dedi ki...

Çiler'cim; Öyle güzel anlatıyorsun ki kendimi oralarda hissettim, Mardin'de dolaştım, Umut ciğercisinde ciğer yedim sanki...Diyarbakır'daki Dengbej Evi'ni hiç duymamıştım. Çok merak ettim. Biz Hasankeyf'te mağaralardan birinde dinlenmek için girdiğimiz zaman bir dengbej ile karşılaşmıştık. O kadar etkileyici olmuştu ki o an...Senden yerini tam olarak öğrenirim Dengbej Evi'nin.Çok öpüyorum canım. Özledik seni çok.

gezgin395 dedi ki...

Anadolu bu anadolu, gez gez ömür biter görecek yer bitmez...sponsorun olsa iflas eder ! bi de ben görsem şu Mardin ile Hasankeyf'i...

orbis terrarum dedi ki...

seni mutlaka ama mutlaka götüreceğim mardin ve midyat'a. hasankeyf'e de.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...