19 Mart 2011 Cumartesi

Kiklad Adaları İçinde Bir Garip Melos

Melos Adası ile ilgili bir çok şey bildiğimi sanarak adaya ayak bastım. Ne de olsa burada önemli obsidyen yataklarının olduğunu, dolayısıyla adanın volkanik bir yapıya sahip olduğunu ve şeklinin diğer Kiklad Adaları’na göre daha girintili çıkıntılı olduğunu biliyordum. Ama bu gezide başıma bir çok kere geldiği gibi, kafamda yarattığım görüntüyle gerçeğin birbiriyle çok az örtüştüğüne şahit oldum. Bu mini minnacık Ege Adası’nda bu kadar yoğun bir jeolojik ve doğal çeşitlilikle karşılaşacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. 

Melos'un old townunda (Plaka) beyaz badanalı Ege evleri..
Melos Plaka'da merdivenli sokaklar, Kiklad Adaları'nda sık karşılaşılan bir durum..

Plaka'da bir ev. Mavi panjurlu, beyaz badanalı :)

Melos, güney Ege volkan yayına ait, 3.5 milyon yıl önce oluşmaya başlamış bir ada. Metamorfik kayalardan ve deniz tabanındaki dolgulardan oluşan çekirdek bölümü daha sonraları (Pleiosen ve Pleistosen) yoğun volkanik patlamalar yüzünden bugünkü volkanik kayaçlarla kaplı görünümünü almış. Benim için ilginç olan obsidyen mesela Geç Pleistosen dönemdeki patlamalar sonrasında oluşmuş. Obsidyen ile birlikte riyolit, perlit gibi diğer volkanik taşlar da bu dönemde ortaya çıkmış.

Melos’taki volkanik faaliyetler adadaki insanlık tarihi gelişimini belirleyen en önemli faktör. Eğer bu çorak adada obsidyen, kaolin, perlit, barit, puzzolona, tüf, sülfür, mangan ve daha burada isimlerini sayamadığım onlarca mineral ve kayaç olmasaydı, sanırım geçmişte ve şimdi pek az kişi dönüp bu adaya bakardı. Belki de sadece bir turistik Yunan Adası olarak kalırdı.

Melos'un eşekleri bize hayretle bakıyordu, çok az insanın buralardan geçtiği belli oluyor..

Melos çok çorak, tarım hemen hemen yok, keçiler ve koyunlar var ama..

Ama öyle olmadı! Erken Neolitik’ten itibaren Ege’de insanlar burada önemli bir hammadde kaynağını keşfettiler: Obsidyen! Adada çeşitli obsidyen kaynakları var. Bunlar Adamas (Nihi Tepesi), Demenegaki ve Ano Katakombi olarak biliniyor. Adada bulunduğumuz iki gün boyunca sadece Adamas-Nihi’deki kaynağa ulaşabildik. Yoğun arama ve taramalarımıza rağmen Demenegaki’ye ulaşamadık, en azından arabayla buraya gidilemeyeceğini anladık, muhtemelen denizden ulaşılan bir kaynak yada uzun bir yürüyüş yapmak gerek. Ano Katokombi kaynağını daha önce hiç duymamıştım, müzedeki arkeolog söyledi burayı ama haritada gösteremedi yerini. Benim için Melos’taki obsidyen kaynaklarını görmek önem taşıyor, çünkü Ulucak’taki obsidyenin hemen hemen tamamı Melos’taki Adamas ve Demenegaki kaynaklarından geliyor. Tabii sadece Ulucak için geçerli değil bu, Batı Anadolu ve Yunan anakarasındaki tarihöncesi yerleşmelerin tamamında bulunan obsidyenin büyük bölümü Melos kaynaklı. Ege’de başka obsidyen kaynakları da var. Mesela Yalı obsidyeni var, ama nitelik olarak oldukça kötü, fazla gözenekli ve saf değil. Kanımca pek tercih edilmiş bir kaynak değil burası, ama Neolitik Dönem’de kullanıldığını biliyoruz, o ayrı!

Adamas'taki obsidyen kaynağı ve atölyesinden bir görüntü..
Melos’ta gezerken beni en çok şaşırtan şey, dediğim gibi bu küçücük kara parçasında bu kadar fazla çeşitlilik olmasaydı. İkinci gün araba kiraladığımız için (yine bir Fiat Pandacık) adanın tamamını gezme fırsatımız oldu. Adamas’tan yola çıkıp saatin ters yönünde adayı bir tavaf ettik ve ilgimizi çeken yerleri gezmeye çalıştık. Adanın kuzeydoğusundaki Sarakiniko adlı ‘kumsal’ mesela bembeyaz yumuşak bir taştan oluşuyor, bizim Pamukkale tadında bir yer, bu taşların içine zamanında tüneller açılmış, büyük galeriler, bazıları o kadar uzun ve karanlıktı ki korktum içlerine girmeye. Burada bol bol fotoğraf çektik tabi ve yazın burada denize girmenin ne kadar hoş bir duygu olabileceğini düşündük. Özellikle bu beyaz taştan (kaolin?) oluşan denizin içindeki mağaraları ve çok derin olmasına rağmen deniz tabanını ve yüzen minik balıkları görünce insanın dalgıç olası geliyor.

Melos'un Pamukkalesi: Sarakiniko. Huzur veren, sessiz, bembeyaz bir yer.
Sarakiniko Koyu'ndaki mağaralar..

Adanın güneyi ise bir jeoloji laboratuarı. Buraya jeoloji yada coğrafya öğrencilerini getirip volkanizma hakkında ne öğretmek istersek gösterebiliriz. Binbir çeşit taş, oluşum ve form var. Yolda giderken kenardaki profilin rengi sarıdan, yeşile, yeşilden mora, kırmızıya, kırmızıdan siyaha, binbir renge bürünüyor. Bir yerde açık have tuf taşlarını görürken sonra birden simsiyah tabakalar halinde volkan külleri metrelerce yükseliyor, kayaların hepsi birbirinden farklı şekilde, farklı tabakalar halinde birikmiş, lavlar ile bir anda sertleşmiş, birbirine yapışmış, zamanla suyla erimiş..Burada bir jeolog ile geziyor olmayı çok isterdim.

Melos kayaçlarındaki renk cümbüşüne bir örnek. Bunlar muhtemelen bol demir içeren kayalar..

Adanın güneyi tabii aynı zamanda en büyük madenlerin bulunduğu yer. Özellikle endüstri devriminden sonra adada bir çok şirket madenler işletmiş ve halen işletmekte. Ada nüfusu kadın, erkek, çocuk demeden çok küçük yaşlardan ölene kadar bir madenlerde kelimenin tam anlamıyla eşek gibi çalışmışlar, kimisi kazalarda ölmüş, kimisi gururla kazdığı tünelleri anlatıyor. 1940’lardaki Alman işgali sırasında (Bu ada bile Nazileri görmüş!), Naziler insanları zorla madenlerde çalıştırmış. Kadınlar özellikle kaolin madenlerinde çalışmış, erkekler sülfür madenlerinde. Adada bir maden müzesi var, buradaki kısa filmde insanların hangi koşullarda yaşamak ve çalışmak zorunda olduğunu görünce insan bu madenlerin adaya refahtan çok, bunalım getirdiğini düşünmeden edemiyor. Ada insanının makus kaderi bir yerde! Ama yine de söyleyelim, sadece 5000 kişilik bir nüfusu olan bu ada, Yunanistan’da kişi başına düşen gelirin en yüksek olduğu ada. Bana sorarsanız, büyük şirketlerin ucuza maden çıkardığı ve insanı sömürdüğü bir yer. Madencilerin hikayelerini dinlemek –heralde her yıl bir dolu madencinin göz göre göre öldüğü Türkiye’den geldiğim için- beni çok üzdü. O yüzden bu madenlere ve buradaki şirketlere –her ne kadar müze falan kursalar da – hiçbir sempati beslemem mümkün gözükmüyor. Ayrıca çevreye verdikleri geri dönüşü olmayan zarar da cabası. Adanın güneyi en güzel sahillere ve kumsallara sahip ama aynı zamanda doğal olarak en çok tahrip olmuş alan da burası. Çok acıklı!


Melos'un Adamas yerleşmesi, en büyük yer burası, normalde köyler 2-3 evden oluşuyor, köy bile denmez, mezra.

Yine bir Pandayla yollara düştük, bu sefer taba rengi..

Çok çok uzaktan Melos'un yabani keçilerini görebildik. Bir tanesinin boynuzu çook büyüktü, heralde 1 metre vardır, boyutları da bana büyük geldi ama malesef çoook uzaklardan görebildik bu küçük sürüyü, sonra otların arasında kaybolup gittiler..

Geri dönüşü olmayan çevre katliamı. Hala aktif olan bir işletmenin 'ağaçlandırma' çalışması!

Günün sonuna doğru gölgelerimiz uzadı, adanın büyük körfezindeki küçük şapele giderken bu kumsaldan geçmek gerekiyor..

Kumsalda bulduğum delikli ve deliksiz deniz kabukları..

Feribotla Melos'a girişin yapıldığı boğaz ve sonrasında bir göl gibi sakin duran körfez..

Küçük şapel. Bunlardan o kadar çok var ki. İnsanlar evden çok şapel inşa etmiş sanki burada..


1 yorum:

karanlığı yiyen keçi dedi ki...

Ada çok şirinmiş gerçekten. Bir yaz ne yapıp edip gelmeli. Bu sefer beni de alıcan ama yanına :)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...