7 Ocak 2012 Cumartesi

Ulucak ve Ege'nin İlk Çiftçileri

O kadar yer gezip de insanın kendi çalıştığı yeri ziyaret etmemesi olmaz. İzmir'in tarihi en geriye giden höyük alanını, yani Ulucak'ı görmeden hiç olmaz!

Ulucak, verimli Nif Ovası'nda yer alan İzmir'in Kemalpaşa İlçesi'ne yakın bir höyük. Burada 1995 yılında kurtarma kazısı niteliğinde başlayan kazılar önce Ege Üniversitesi ve İzmir Arkeoloji Müzesi ortaklığında Altan Çilingiroğlu başkanlığında sürdürüldü. 2009'dan bu yana Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü adına Özlem Çevik tarafından bir bakanlık kazısı olarak yürütülüyor. Höyüğe emek veren çok sayıda meslektaşımız var, aslında Ege Üniversitesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi Bölümü'nde olup da bu höyükte çalışmamış, buraya emek vermemiş hemen hiç kimse yok. Bu özverili ve uzun erimli çalışmalar sonucunda Ege Bölgesi'nin Tunç Çağı öncesine uzanan Erken Kalkolitik ve Neolitik kültür tarihi ile ilgili ilk defa olarak bilgiler edinilmiş oldu. Hem de yığınla bilgi! Bu nedenle, Ulucak'taki kazılar Ege tarihöncesi araştırmaları açısından bir dönüm noktası niteliğinde.


Oku takip edin!!

Ulucak'ta her höyükte olduğu gibi bir çok farklı döneme tarihlenen yerleşimlere ait kalıntılar var. Zaten höyüklerin ova tabanından yükselerek, yapay bir tepe oluşturmasının nedeni de tam olarak bu. Özellikle kerpiç mimarinin ağırlıklı olarak görüldüğü höyüklerin yükseklikleri 10-20 metreyi bulabilir hatta aşabilir de. Ulucak'ta ilginç olan höyüğün bir bölümünün ova tabanının altında, bir bölümünün ova tabanının üzerinde yer alması. Nif Çayı'nın ve kollarının dağlardan sürükleyerek getirdiği hem alüvyal hem de kolüvyal sedimanlar ova yüzeyinin sürekli olarak yükselmesini sağlamış, bu nedenle de höyüğün eski dolguları zamanla ova seviyesinin altında kalmış. Aslında bu tipte höyükleri bir buzdağı gibi gözümüzde canlandırabiliriz.


Geç Roma Dönemi duvarları..

Ulucak'ta Erken Neolitik Dönem'den tutun da Geç Roma-Erken Bizans Dönemi'ne kadar uzanan arkeolojik dolgular var. Genelde höyükte Neolitik ve Erken Kalkolitik dönemleri içine alan VI, V ve IV. tabakalar çok iyi korunmuş olarak bulunurken, Tunç Çağı, Orta-Geç Kalkolitik Dönemler ise çeşitli nedenlerden dolayı aşırı tahrip olmuş olarak karşımıza çıkıyor. Çok iyi korunmamış olmasına rağmen, taş temelleri korunmuş olan dörtgen planlı evler ve onlara ait bol sayıda ve iyi nitelikli çanak çömlekler Tunç Çağı tabakalarını sadece tarihlememizi sağlamıyor, aynı zamanda diğer yerleşimlerle karşılaştırma yapmamızı olanaklı kılıyor.


Neolitik tabakalarının ne kadar iyi korunduğuna güzel bir örnek. Yoğun ve ani bir yangınla yıkılmış olan dal-örgü mimari tekniğiyle inşa edilmiş tek odalı 30 nolu mekan ve içindeki silolar, fırın, çanaklar, ezgi taşları..

İlk ortaya çıkan kırmızı kireç taban

2011 sezonunda Tunç Çağı tabakasında bulunan Depas ortaya çıkarılırken. Her önemli buluntu gibi onun da yarısı kesitte!

Kırmızı boyalı tabanı peygamber sabrıyla ve dişçi aletleri ile tahrip etmeden açan ekip üyeleri..

Ulucak'ın Ege prehistoryası için önemi nereden kaynaklanıyor? Burada aşırı detaylara girmenin bir anlamı yok, ama belki maddeler halinde kısaca sıralayabiliriz:
  1. MÖ 7000-6600 arasında bir tarihte buraya yerleşmeyi seçmiş olan Ege Bölgesi'nin ilk çiftçileri olan Ulucaklılar, Ege ve Yunanistan'daki yerleşmeler arasında da Knossos ve Argissa ile birlikte bu coğrafyadaki en erken köyü kurmuşlardı. Bölgeye evcil hayvanları ve tahılları ile birlikte giren bu topluluk ve onun bıraktığı izler sayesinde Ege Bölgesi'nin neolitikleşmesine dair ilk defa elle tutulur arkeolojik kanıtlara dayalı bir model oluşturma şansımız oldu.
  2. Tıpkı Knossos X'da olduğu gibi, Ulucak'a gelen çifçiler de henüz çanak çömlek kullanmıyorlar. Demek ki Ege'de neolitikleşme süreci tahmin edilenden çok daha önce başlamış.    
  3. İlk yerleşimcilerin sahip olduğu kültürel özellikler -mesela kırmızı boyalı kireç tabanlar- sayesinde onların kökenlerine ilişkin görüşler ortaya atabiliriz. Sözgelimi çiftçilerin tarımı benimsemiş yerel bir avcı-toplayıcı toplum mu yoksa bölgeye dışarıdan (mesela İç Batı Anadolu'dan) göç eden çiftçi bir toplum mu olduğunu tartışmaya başlayabiliriz.
  4. Höyüğün ilk yerleşimcilerinin ardından gelişen yaşamına bakarak yerel kültürün ve yaşayışın gösterdiği gelişimi ve değişimi 1000 yıllık bir süreç içinde inceleyebiliriz ki bu başlı başına kültür tarihine büyük bir katkı.
  5. Topluluğun bıraktığı materyal kültüre bakarak komşu bölgelerle olan ticari, sosyal ve kültürel iletişimine ışık tutabilir, hem bölgenin yerel özelliklerini ortaya koyabilir hem de komşu kültürlerden nasıl etkilendiğini gösterebiliriz. Mesela obsidyen değiş-tokuşu ve Ege'deki deniz yolları, obsidyenin dağıtımı konusunda bir sürü öngörüde bulunabilir, Ege toplumlarının nasıl sürekli iletişim içinde kaldıklarını açıklamaya çalışabiliriz.
  6. Doğal çevrede bu uzun dönem içinde görülen değişimleri, toplumun beslenme ekonomisinde ortaya çıkan yenilikleri, iklimdeki salınımların insan toplumlarını ne yönde etkilediğini, yerleşmenin neden MÖ 5700'lerde bir anda terk edildiğini de ortaya koyabiliriz.

Bu liste uzaaaar gider aslında. Bu kaydı daha fazla boğmak istemiyorum, yeterince ağır oldu zaten. Yakın zamana kadar ilk çiftçiler ve onların yaşayışları ile ilgili hiç bir şey bilmediğimiz için Ulucak'ta ortaya çıkan her yeni buluntu, her yeni yapı katı bize yepyeni ufuklar açıyor. 2011 yılında ilk defa ana toprağa ulaştığımız höyükte, daha araştırılması gereken o kadar çok konu var ki!


Biz yazlarımızı burada geçirmeye devam edeceğiz, siz de bizi ziyaret edebilirsiniz!

Ulucak'ın ilk çiftçileri sizi selamlar!!

5 Ocak 2012 Perşembe

Laodikeia ve Asopos Tepesi

Beycesultan'dan ayrıldıktan sonra, Denizli sınırlarında kalan başka bir önemli arkeolojik alanı ziyaret etmeye karar verdik. Beycesultan'dan, yani Çivril'den çıkıp Uşak yolu üzerinden güneye, Denizli'nin merkezine yönelip Pamukkale Üniversitesi'nin kazı çalışmaları yürüttüğü Laodikeia antik kentini ve onun içerisinde yer alan prehistorik höyük Asopos Tepesi'ni görmekti amacımız. Burada bizi meslektaşımız Erim Konakçı karşıladı ve tüm işlerinin arasında bizi Asopos Tepesi'ne götürüp gezdirdi. Sayesinde Laodikeia'nın erken yerleşimcileri ile ilgili de bolca bilgi edinmiş olduk.


Asopos Tepesi'nin hakim olduğu ovaya tepeden bakış. Resmin üzerine tıklayıp büyütebilirsiniz.

Bilindiği gibi, Laodikeia özellikle Helenistik ve Roma Dönemleri'nde önem kazanmış, ticaretle zenginleşmiş bir antik kent. Antik kentin yayıldığı geniş alan içinde kalan höyükler mevcut. Bunlardan Asopos Tepesi, aslında iki koniye sahip bir höyük. 2007'den beri bu alanda yürütülen kazılarda Geç Kalkolitik, Erken Tunç Çağı, Orta Tunç Çağı, Geç Tunç Çağı, Erken Demir Çağı ile Helenistik ve Roma Dönemlerine ait çok sayıda tabaka ve buluntu ortaya çıkarılmış. Böylece bu alanın MÖ 3500'lerden beri yerleşilmiş olduğu ortaya çıkmış. Zengin çanak çömlek buluntularıyla İç Batı Anadolu'nun Tunç Çağları'na ışık tutan höyük, Demir Çağı tabakalarındaki bol sayıdaki Frig tipi çanak çömlekle de öne çıkıyor.

Laodikeia ve Asopos Tepesi'nde yürütülen çalışmaların sonuçlarına ve fotoğraflara ulaşmak için şu linki kullanabilirsiniz: http://laodikeia.pau.edu.tr/Default.aspx


Meslektaşımız Erim bize Asopos Tepesi'ndeki alanları anlatırken..

Laodikeia antik kentine Asopos Tepesi'nden bakış

Asopos Tepesi'nin genel görünümü.

3 Ocak 2012 Salı

Batı Anadolu'nun Görkemli Höyüğü Beycesultan

Gezimin son günlerini Ege Bölgesi'nde geçirmeye karar verdim. Burada uzun zamandır görmeyi planladığım Beycesultan Höyüğü'nü kazı sırasında ziyaret etmeyi sonunda başardım. Ege Üniversitesi Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi'nin sürdürdüğü arkeolojik kazılar, Batı Anadolu'nun MÖ 3. ve 2. binyıllarını anlamak açısından büyük önem taşıyor. Orta Anadolu'da Hitit Krallığı'nın, Ege'de ise sırasıyla Minos ve Miken medeniyetlerinin hüküm sürdüğü bu dönemde Batı Anadolu'da hangi politik güçler bulunmaktaydı? O dönemlerde henüz yazı kullanmayan Batı Anadolu halkları hakkındaki bilgilerimiz arkeolojik verilerin yanında Hitit ve Mısır yazılı kaynaklarına dayanıyor. Hitit metinlerinde, Batı Anadolu'da Arzawa adlı bir krallıktan, Mira ve Seha Nehri ülkelerinden bahsediliyor. Muhtemelen Miken ve Hitit gibi zamanın iki önemli emperyal gücü arasında sıkışıp kalmış olan bu halklar kah Hitit'e kah Miken'e vergi veriyor, onların gölgeleri altrında varlıklarını sürdürüyor, belki de Batı Anadolu'nun seçkin zümreleri bu siyasi ilişkileri sayesinde kendi yerel egemenliklerini meşru kılıyorlardı! Kim bilir? Beycesultan kazıları işte tam da bu problemleri ve belirsizlikleri çözmek için Denizli'de yürütülüyor. Mezopotamya standartlarında bir büyüklüğe sahip höyük ovanın her yerinden rahatça seçilebildiği gibi, büyük ihtimalle kaleye ait dış kent de bugünkü ovanın bulunduğu alanlara yayılıyordu. 40 hektara yayılan boyutuyla Beycesultan Batı Anadolu'nun benim bildiğim en büyük höyüğü.

Höyüğe adını veren türbe.

Tarlaların arkasında yükselen Beycesultan Höyüğü

 Beycesultan, aslında, ilk olarak 1950'li yıllarda İngiliz Arkeoloji Enstitüsü adına Türkiye'de araştırmalar yürüten efsanevi isimler James Mellaart ve Seton Lloyd tarafından kazılıyor. Kazılarının sonuçları bir monografta yayınlanmış durumda. Fakat daha sonraları höyük ile pek ilgilenilmemiş. Mellaart'ın açmaları -her ne kadar tamamen otlarla kaplı olsa da- halen görülebilmekte. Bu kazılar sırasında höyükte çok sayıda döneme ait yerleşimler belirlenmiş. En erken Geç Kalkolitik Dönem'de yerleşilen alanda, Bizans hatta Beylikler Dönemi'ne kadar yerleşimler ve mezarlıklar bulunmakta. Dağlarla çevrili verimli bir ovanın orta yerinde konumlanan bu höyükte yaşayanlar belli ki binyıllar boyunca çevre hakimiyetini korumuşlar, ama tabii ki düşmanları da olmuş, höyükte kazılan bol sayıda yanık tabakalar buna işaret ediyor. Acaba Geç Tunç Çağı kalesinin sonunu getiren de böyle bir saldırı mıydı? Burası Arzawa Krallığı'nın başkenti miydi? Hitit orduları yada kralı Beycesultan'ı görmüş müydü? Beycesultan'da tabletler bulunacak mı? Kaleyi çevreleyen dış kent ne kadar büyüktü? Tüm bu soruların cevaplarını merak ediyoruz ve kazı ekibine çalışmalarında bol şans diliyoruz!!

Eşref Hoca bize yeni kazdıkları alanları gösterirken..

Höyükten ovaya bakış..
 

2 Ağustos 2011 Salı

Troia

Gökçeada'dan sonra Troia'ya uğradım ve burada -eski bir ekip üyesi olarak- bir süre kaldım. Troia'yı anlatmaya kitaplar yetmez, benim gücüm hiç yetmez! Tek söylemek istediğim, Troia'ya gelip eski arkadaşları görmek ve yenileriyle tanışmak çok eğlenceli oldu. Bu kadar yabancı yerlerde gezdikten sonra buraya gelmek benim için eve dönmek kadar güzeldi. Beni misafir eden ekibe çok teşekkürler! MFBWY!

İşte hep bunu yapmak istemiştim. Troia'ya gelip sadece atın resmini çekmek!!

Gökçeada'nın Tarihöncesi

İstanbul'dan sonra Çanakkale yönüne devam edip uzun zamandır merak ettiğim Gökçeada'yı ve burada yürütülen kazıları (Yenibademli ve Uğurlu) ziyaret etme fırsatı buldum. Bilindiği gibi, Yenibademli kazısı, adada ve kuzey Ege'de Erken Tunç Çağı'nın erken aşamalarının anlaşılması açısından önem taşırken, Uğurlu, adadaki erken çiftçi toplumların geride bıraktığı izlerin araştırıldığı bir alan.

Gökçeada bir gün içerisinde gezilemeyecek kadar büyük bir ada. Dağlık bir coğrafyaya sahip ve bazı koyları gerçekten çok güzel. Arkeolojik olarak tarihöncesi dönemden beri yerleşildiği bilinse de, bu tarihin ne kadar gerilere kadar gittiği henüz kesinlik kazanmış değil. Bu soruya adadaki arkeolojik çalışmalar yakında bir yanıt bulacaktır! Uğurlu'ya yaptığımız ziyaret sayesinde MÖ 6500'lere kadar geri giden bir yerleşik yaşamın varlığını kendi gözlerimizle görmüş olduk. Gökçeada'nın kültür tarihi ile ilgili yeni verileri dört gözle bekliyoruz!

Bu vesileyle bize Uğurlu'yu gezdiren Burçin Erdoğu'ya ve bizi kazıevinde misafir eden Halime Hüryılmaz'a çok teşekkür etmek isterim.

Uğurlu kazı alanının ortasından geçen yol ve çevredeki dağlık arazi

Uğurlu'ya genel bir bakış

Denizden Gökçeada'ya bakış..

İstanbul'da Kikladlar Sergisi

İstanbul'da bulunduğum süre içinde Emirgan'daki Sakıp Sabancı Müzesi'nde bulunan 'Karşıdan Karşıya: MÖ 3. binyılda Kikladlar ve Batı Anadolu' adlı sergiyi gezdim. Ege prehistoryası uzaktan-yakından ilgili herkesin gezmesini tavsiye edeceğim bu serginin ayrıca titizlikle hazırlanmış bir kataloğu da var. Malesef sergide fotoğraf çekmek yasaktı. O yüzden içeriden fotoğraflar yok elimde. Duyduğuma göre, serginin süresi uzatılacak ve Ekim'e kadar devam edecekmiş. İstanbul'a yolu düşen arkeologlara ve arkeolojiseverlere duyurulur!! Buradan bilgi alabilirsiniz: http://muze.sabanciuniv.edu/sayfa/karsidan-karsiya-2

Sakıp Sabancı Müzesi'ndeki Kikladlar ve Batı Anadolu sergisinin afişi.
ve Beşiktaş-Kadıköy vapurunda boğaz keyfi..
Boğazda vapurlar..

30 Temmuz 2011 Cumartesi

Ayanis'te Güneş Batışı

Ayanis'e yolu düşmüş herkes bilir ki, burası Türkiye'nin en güzel manzaralı kazı yerlerinden biridir. Rusa'nın kalesi yüzünü Van Gölü'ne ve hemen onun arkasında yükselen Süphan Dağı'na çevirmiştir. Zaten Rusa'nın kalesinin resmi adı da Rusahinili Eiduri-kai'dir, yani Tanrı Süphan Dağı önündeki Rusa Kalesi.

Yazları güneş Süphan Dağı'nın eteklerinden batar ve böylece ortaya mükemmel renkler, görüntüler ve manzaralar çıkar. Bu görüntü karşısında size sadece elinize fotoğraf makinenizi alıp en güzel anın resmini çekmek kalır. İşte birkaç görüntü:







Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...