30 Haziran 2011 Perşembe

Kazancakis'in Mezarı

Iraklio'da, yada Türkçe adıyla, Kandiye'de dünyaya gelmiş -iyi ki gelmiş!- bir dünya yazarı var. Kim? Günaha Son Çağrı desem, Zorba desem? Evet, Nikos Kazancakis, büyük Yunan yazar, Kandiye'de doğmuş, Almanya'da ölmüş ama mezarı memleketinde bulunuyor.

Ben Kazancakis'in eserlerinden yalnızca Zorba'yı okudum. O kitabı okurken kaç kere satırların altını çizdiğimi, kaç kere paragrafları işaretlediğimi yada bir cümleyi okuduktan sonra kaç kere uzaklara dalıp gittiğimi hatırlamıyorum bile. Girit'in özgür ve asi ruhunu, yaşam felsefesini bir karakterde toplayan bu roman ayrıca bir sinema filmi olarak da uyarlanmıştı. Anthony Quinn'in başrol aldığı ve müziklerini Mikis Theodorakis'in yaptığı bu film bir çok dalda Oskar'a aday oldu ve kazandı. Müzikleri ise hepimizin belleğinde duruyor. İşte filmin klasikleşmiş dans sahnesi, Anthony Quinn sirtaki yapıyor:


Nikos Kazancakis'in mezarı gösterişsiz, kentin Venedik Dönemi'nden kalma surlarında, en yüksek bastiyonun üzerinde yer alıyor. Mezarın üzerinde şunlar yazılı:

Hiçbir şey ummuyorum, (Δεν ελπίζω τίποτε,)
hiçbir şeyden korkmuyorum, (Δεν φοβούμαι τίποτε,)
özgürüm. (Είμαι λεύτερος.)

Kazancakis'in Mezarı..


Ne gelecekten bir şeyler bekleyen, onun hesabıyla yaşayan, ne de korkular biriktiren bir insan gerçekten özgür olabilir. Sadece bugünü yaşayan, hayatı işte Nazım'ın dediği gibi 'bir sincap gibi' yaşayabilme sanatını bilen bir insandı Kazancakis..

29 Haziran 2011 Çarşamba

Şirin Ada: Halki

Rodos'un hemen batısında küçücük bir ada var. Adı Halki. Eskiden burada Venedikli denizciler ev yaptırıp, sevgilileriyle hoş vakit geçirirlermiş. Rodos'tan Girit'e uzanan 15 saatlik feribot yolculuğunda ilk uğradığımız ada burası oldu. O kadar şirin ki, dayanamayıp bazı resimleri sizinle paylaşıyorum:

Halki genel görünüm..Tepenin üzerinde üç yel değirmeni..

Kilisesi, kayıkları ve kırma çatılı evleri..

Güvertede kitabımı okumaya çalıştım ama dalgalı deniz yüzünden deniz tuttu, okuyamadım..

Denizden güneşin batışı, ufuktan batıramadık, bir ada çıktı aradan..

Komşuda Neler Oluyor?

Yunanistan, Avro bölgesine girdiğinden beri bu yana en büyük ekonomik krizini yaşıyor. Devletin uçan kuşa borcu var, cebi delik! İşin ironik yanı, Yunanlılar ancak ve ancak daha fazla borçlanarak borçlarını ödeyebilecek. Eğer borçlanmazsa bir kaç hafta içinde devletin kasaları tamamen boşalacak, böyle bir durumda neler olabileceğini kimse tahmin bile edemiyor.

Tek çözüm: Kemer sıkmak! Yani devlet destekli hizmetler azalacak, Yunanlılar daha fazla vergi verecek ve özelleştirmeler başlayacak. Türkiye'den de yakından tanıdığımız IMF ve AB imzalı bu ekonomi politikaları, dar boğazdaki ülkeleri kurtarmak ve refaha ulaştırmaktan çok, aslında, küresel ekonomik dalgalanmaları ve krizleri önlemek üzere borçlu ülkelere dayatılıyor: Ya benim şartlarımı kabul et ya da yok ol! İşte dünya böyle acımasız bir yer.


28-29 Haziran genel grev çağrısı..

Biz miyiz devletin batmasının sorumlusu? diyerek sokaklara -daha doğrusu Syntagma'ya- dökülen Yunanlılar, şimdi iki günlük genel grev çağrısında bulundu. Bugün itibariyle parlementoda 'kemer sıkma' planı kabul edildi, ama bir çok insan bu planın uygulanabilirliğine inanmıyor. Euro'dan vazgeçip Drahma'ya geri dönelim diyenler bile var. Ortada o kadar çok senaryo geziyor ki..Sendikalar ve sol örgütler yeniden borçlanmaya karşılar. Bunun sorunu çözeceğini düşünmüyorlar, sadece Yunanistan'ı büyük küresel güçlerin bir oyuncağı yapacağını savunuyorlar. Ayrıca sosyal devletin sunduğu hizmetler kesilip özelleştirmeler artacağı için ülkenin neo-liberal politikaların kucağına düşüp halkın yoksullaşacağını söylüyorlar. Çok tanıdık bir öykü, değil mi?

Halka sivil itaatsizlik önerilebilir! REVOLT! İSYAN ET!

Yunanistan'ın şu zor günlerinde aslında geziden, arkeolojiden, turizmden bahsetmek biraz zor geliyor bana ama adaların durumu sanırım anakaradan daha iyi. Buralarda sadece periyodik olarak elektrik kesintileri oluyor ve sanırım çöpler toplanmıyor. Dün, ayrıca, bazı uçak seferleri iptal olmuştu.


Heraklion'da toplanmayan çöpler..
Komşuya geçmiş olsun diyelim! Ve bir an önce düzlüğe çıkmasını umut edelim.

Φίλοι! όλα θα πάνε καλά!


27 Haziran 2011 Pazartesi

Rodos'un Kelebekler Vadisi

Evet! Rodos'ta da bir kelebekler vadisi varmış. Adanın kuzeybatısında, kıyıdan uzak dağlık bir alanda yer alan bu vadiyi ziyaret etmeden geçmedim. Şansım var ki, Haziran ayı tam da kelebeklerin yumurtalarından çıkıp vadinin dört bir tarafına yayıldıkları zamanmış. Vadi boyunca bir yürüyüş yolu var, bu yolu terk etmeden 1 km kadar yürüyebiliyor ve ağaçlardaki, kayalardaki kelebekleri görüp fotoğraf çekebiliyorsunuz. Vadinin bir ucunda Doğa Tarihi Müzesi, diğer ucunda da bir manastır var (biraz ironik! Artık kime inaırsanız!).

Vadide yürürken hem kelebeklerin hem de gördüğüm bir kaç hayvanın (yani bir yengeç ve kertenkeleden ibaret) fotoğrafını çekebildim. Bunun dışında bir de Kamiros'u gezerken bir kayanın üzerinde gördüğüm büyükçe bir kertenkelenin fotoğrafını da bu kayda ekliyorum.

Kelebeklerle ilgili: Bu kelebeklerin (Panaxia Quadripunctaria) tam soyu tükenmek üzereyken koruma altına alınıyorlar ve bu vadide tekrar populasyonun sayısı artıyor. Kelebekler uçarken çok hoş bir kırmızı renge bürünüyorlar, kanatlarında 4 nokta var, isimleri buradan geliyor. Uçmazlarken sarı bir renkleri var ve o kadar etkileyici değiller. Ama bazen bir kayanın üzerinde yüzlercesi bir aradaydı ve bu ilginç bir görüntü oluşturuyor diyebiliriz. 

Kelebekler Vadisi'nde bol sayıda turist vardı ama burada sesli konuşmak falan yasak olduğu için kafam şişmeden gezebildim. Hehe, ne yapiyim, sevmiyorum gürültüyü.. :))

Ben çekemedim kelebeklerin kanatlarını, ama işte burada yapılmışı var!

Kelebekler Vadisi'nden bir görünüm..

İşte vadide yaşayan bir yengeç! Latince adını bilmiyorum. 
İşte ağaca konmuş kelebekler..

Kelebekleri avlamaya çalışan küçük kertenkele, pek başarılı olamadı..

Vadinin bir ucundaki manastırdaki Ortodoks kilisesinde dilek tutarken. Bir kere İstanbul'da tutmuştum, o gerçekleşti. bakalım bu da olacak mı? Olursa Ortodoks oliyim bari ben..

Kelebekcik..

Kamiros'taki büyükçe kertenkele. Çok cool, değil mi?

Rodos'un Batısı: Rüzgarın Koruduğu Topraklar

Rodos'un Batı kıyıları, hele de Rodos City'den 20-30 km uzaklaştıktan sonra, Doğu'ya kıyasla çok daha doğal ve güzel! Adanın güneybatısında çok küçük köyler var ve sahil şeridinde değil bir otel, bir cafe bile yok. Rodos'un Batısı'nın hem şansı hem şanssızlığı tamamen bu sahillerin fırtına olarak nitelendirilebilecek şiddette rüzgara maruz kalması.

Şimdi Rodos ile ilgili şunu hemen söyliyim: Rodos'ta rüzgarsız bir yer yok. Burasının iklimini yaz aylarında bile çekilir yapan işte bu hiç dinmek bilmeyen kuzey rüzgarı. Ama görünen o ki, bu rüzgar adanın bir tarafında serinletici bir esinti, diğer tarafında ise benim arabayı neredeyse uçurup götürecek bir fırtına olarak vuku buluyor. Hiç dinmeyen bu rüzgardan dolayı, denizde neredeyse 1 metreye varan dalgalar oluşuyor ve hiç bir akl-ı selim yatırımcı burada otel yada restoran açmıyor. İyi ki de açmıyor! Rodos'taki en güzel, en yalnız, en otantik ve unutulmayacak anlarımı bu kıyılarda gezerken yaşadım ve sonunda turizm örtüsünün altındaki gerçek Rodos'un ne olduğunu 1-2 saat olsun görebildim.  

Rodos'taki en önemli antik kentler de aslında adanın tabii Marmaris'e bakan kuzeybatı kıyılarında kurulmuş: Ialysos, Kamiros ve Theologos! Hepsi de özellikle Helenistik Dönem'de önem kazanmış antik kentler bunlar. Bunların dışında kıyılar boyunca çeşitli Orta Çağ kaleleri var. Bu kalelerden bazılarını ziyaret ettim. Bu kalelerden manzara tek kelimeyle muhteşemdi! 

Sadece Yunanistan'da görülebilecek bir manzara: Eski bir yel değirmeni üzerinde Komünist Parti'nin logosu..

Rodos'un kuş uçmaz kervan geçmez güneybatı kıyıları kilometrelerce uzanıyor. Dalgalar çok yüksek, burada denize girmeye korktum, yine de o beni buldu, çakıltaşı ararken büyük bir dalga ayakkabılarımı sırılsıklam yaptı.

Ialysos'taki Atena Polias Tapınağı'nın temelleri (MÖ 3.-2. yy)

Helenistik dönem'de önem kazanan antik kent: Kamiros. Bu resimde görülenler genelde Helenistik dönem evleri..

Kritinia Kalesi'nin surları..

Kritinia Kalesi'nden muhteşem bir manzara vardı. Burada insanlar bol bol fotoğraf çekiyorlar..

Theologos'taki Apollon Erethimios Tapınağı'nın temelleri. Küçük bir tapınak burası..

Doğu Rodos: Kitle Turizmine Kurban

Rodos, bir çok Ege adasına kıyasla büyükçe görünse de, aslında küçük bir ada. Bir ucundan bir ucuna 70 km kadar, daha fazla değil! Adayı (Rodos'un merkezi hariç) iki günde karış karış gezmek mümkün. Adayı iki bölümde inceleyelim efendim: Doğusu ile Batısı. İkisi birbirinden o kadar farklı ki! Sanki aynı ada üzerinde gezmiyordum iki gün boyunca..


İşte Yunanistan'da neden kendimi yurtdışında hissetmediğimin kanıtı. :))

Rodos'un Doğusu malesef kitlesel turizmin etkisiyle çok bozulmuş durumda, sahil şeridi otellerle dolu, kasabalar ve köyler turistlere yönelik dükkanlarla dolu, otantik bir yaşam şeklini bulmak için dağ köylerine çıkmak bile yetmiyor. Emlak piyasası coşmuş, büyük kurumsal emlak şirketleri buradaki arazileri parsel parsel satıyorlar, villalar inşa ediliyor, zeytinlikler ve ağaçlar kesiliyor..Bu küçük ada kitle turizminin olumsuz etkilerine daha ne kadar dayanacak bilemiyorum. Burada tüketilen su ve elektrik, üretilen çöp ve  atık su, uçakların-arabaların yarattığı gürültü ve hava kirliliği Rodos'u yakın zamanda tüketecek gibi geldi bana. Hemen her akşam burada elektrik kesintileri oluyor. Belki Yunan hükümeti buraya bir nükleer santral diker, bu kadar turiste ancak yeter. Çok yazık, ne diyim?

Rodos'un Doğusunda, Archangelos, Lindos, Asklepion adlı antik kent ve kaleleri gezdim. Daha sonra da adanın en güney noktasına doğru yöneldim, burada sakin sakin oturur bir şeyler yerim diye kafamdan geçirirken, buradaki koya -aşırı rüzgarlı olduğundan dolayı- meğersem sadece rüzgar sörfçüleri gidermiş.


Archangelos Akropolü. Burada Geç Neolitik buluntuları da bulunmuş ama şu anda hiç bir şey görülmüyor. Sadece Ortaçağ surları..
Prassonissi: Sörfçülerin cenneti! Burası o kadar rüzgarlı bir yer ki sahilde oturup kafa dinlemek mümkün değil. Ya sörf yap, ya terk et!

Asklepion isimli Ortaçağ kalesi. Burada da hiç bir bilgi panosu yoktu, surlar dışında pek bir şey göremiyorusunuz..

Lindos Kalesi, genel görünüm. Burası Rodos'un en turistik arkeolojik yeri. Surlar Orta Çağ'dan ama surların içinde Helenistik Dönem'e ait bol sayıda kalıntı mevcut. Ayrıca manzarası da harika. Buradaki şirin Yunan köyü şu anda vıcık vıcık turist dolu, doğallığını tamamen kaybetmiş, koyun yeşil-turkuaz sularında Ruslar ve İngilizler güneşlenip denize giriyorlar..
Lindos'taki gemi kabartması, MÖ 2. yy'dan kalma ve Rodosluların kazandığı bir deniz savaşının anısına buraya oyulmuş, üzerinde eskiden bir heykel bulunurmuş..
Lindos'un sur içinden genel görünüm. Hemen herşey yeniden inşa edilmiş durumda. Çok yapay gözüküyor..

Rodos City'den çıkıştı, yol kenarında kalmış antik mezarlık, muhtemelen Helenistik Dönem yada Roma..Buranın adı Korakonero. Burada at üzerinde bir insan kabartması görebilirsiniz..



24 Haziran 2011 Cuma

Antik Dönemde Rodos

Rodos Akropolis'indeki Apollon Tapınağı..

sizlere Rodos'un ada olarak tarihöncesi dönemlerde geçirdiği aşamaları müzedeki panodan kopyaladım, sizinle paylaşıyorum. Dikkat ederseniz adada henüz Paleolitik, Mezolitik ve Erken Neolitik gibi dönemler bulunmuş değil. Burada tarih Geç Neolitik ile yani 6. binyılın sonunda başlıyor (en azından şimdilik!):

Tarih                          Dönem                       Yerleşme Adı
MÖ 5300-4800          Geç Neolitik 1             Kalythies I (Saliagos)
MÖ 4800-4500          Geç Neolitik 2             Kalythies II-III, Archangelos I (Kos Kephala)
MÖ 4500-3600          Son Neolitik                Archangelos II (Emporio VI-VII, Poliochni I)
MÖ 3600-2900          ETÇ I                          az sayıda dağınık buluntu
MÖ 2900-2400          ETÇ II                         Asomatos I
MÖ 2400-1900          OTÇ                           Akandia Limanı ve Akropolisi, Prophetas Elias
MÖ 1900-1600          GTÇ Ia                        Trianda (Minos etkili)
MÖ 1610-1500          GTÇ IIa                      Trianda (Miken etkili)
MÖ 1490-1360          GTÇ IIIa-c                  Trianda, Moschou ve Malira Vounara



Rodos Akropolis'indeki tiyatro.

Akropoldeki Stadium.

Akropolden manzara..

Rodos'un Şövalyeleri ve Muhteşem Süleyman

Orta Asya'dan önce memlekete dönüp bir nefes aldım, sonra da yurtdışında olduğum hissine pek kapılmadığım Yunanistan'a ve tabii Ege'ye geri döndüm. Marmaris'den Rodos'a 50 dakikada feribotla geldik. Rodos'a yaklaşırken güçlü Orta Çağ surları ile kiliseler ve camiler insanın gözüne çarpıyor ve daha feribottan inmeden 12. - 15. yüzyıllar arasındaki Rodos ile ilgili gözünüzde bazı görüntüler canlanmaya başlıyor. Rodos Şehri, Eski ve Yeni Mahalleler olmak üzere ikiye ayrılıyor. Ben ilk günümü eski kentte, ikinci günümü de yeni kentte ve Akropolis'te geçirdim.


Osmanlı saldırılarına uzun süre dayanan Rodos surları St. John şövalyeleri tarafından inşa ediliyor. Rodos hacca giden Hristiyanların uğradığı önemli duraklardan biri. O zaman da bol turist gelirmiş yani bu adaya..

Eski kentin içi dar çakıltaşlarıyla döşenmiş zakkumlu ve begonvilli sokaklarla dolu. Daha büyükçe cadde ve meydanlarda ise turistik dükkanlar ve turistlerden başka bir şey yok. Eski kentin en sakin yeri Musevi mahallesi, burada iki tane sinagog da bulunuyor. Onun dışında surlarla çevrili bu alan ağzına kadar turist kaynıyor diyebiliriz. Aşırı turistik olması, Rodos'u malesef biraz itici yapıyor; otantik, bozulmamış bir mekan aramak boşuna..

Rodos'un Eski Kenti'nden tipik bir sokak görüntüsü.

Şövalyelere ait büyük saray yapısı, daha sonra Mussolini de yazlık saray olarak kullanmış.

Orta Çağ'a ait sütun başlıklarından bir örnek.

Müzedeki kouroslar..

Afrodit Tapınağı, Hellenistik Dönem'den. Pek görkemli değil..

Bildiğiniz gibi, Naziler Yunanistan'dan bol sayıda museviyi toplama kamplarına gönderiyor. Rodos'tan alınan 1650 Musevi'den sadece 150 tanesi kurtuluyor Ausschwitz'den. Onlar için dikilen anıt.

Rodos'un parlak ve sönük zamanları var. St. John şövalyelerinin adada olduğu zamanlar parlak dönemlerden. Avrupa'nın dört köşesinden gelen şövalyeler burada Kudüs'e hacca giden Hristiyanları koruma görevini (güya!) üstlenmişler efendim.

23 Haziran 2011 Perşembe

Gezimizin Logosu: İbibik - Wiedehopf

Katharina ile birlikte yaptığımız 4 aylık gezinin sonuna geldik. Şimdi artık ikimiz de yola yalnız  devam edeceğiz. Dört ay boyunca her gittiğimiz ülkede rastladığımız ibibiği yada çavuş kuşunu gezimizin logosu yapmaya karar verdik.


Urfa'da Mezraa Teleilat yakınlarında gördüğümüz ibibikler..

İşte Katharina'nın logomuz ibibik üzerine kendi blogunda yazdığı yazıya buradan ulaşabilirsiniz: http://www.reisestipendium2010.de/wiedehopf-ibibik-das-logo-unserer-gemeinsamen

Peki ibibik ne mene bir kuştur? derseniz, size vikipedi linkini vereyim:
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0bibik

 
Katharina'nın Özbekistan'dan aldığı minyatür çalışması..

Melos'ta yolda gördüğümüz ve 100 kere resmini çektiğimiz ibibik..

22 Haziran 2011 Çarşamba

Özbekistan'da Yemekler

Dört aylık gezimizin yemek açısından en zorlu bölümünü Özbekistan'da yaşadık.

Burada dışarıda bulabileceğiniz yemekler şaşlik denen aşırı yağlı et şişle sınırlı diyebiliriz. Bazı restoranlarda etli pilav, mantı ve makarna gibi yemekler bulmak da mümkün. Benim için burada kaldığımız boyunca yediğimiz en güzel yemek Taşkent'teki bir Akdeniz restoranındaki risotto oldu. Zaten Buhara'da hastalandıktan sonra hemen hemen hiç bir şey yiyemedim ve İran'dan beri olduğu gibi kilo vererek bu ülkeyi terk ettim. İşin komik yanı buraya gelen her turist bir posta ishal olmadan bu ülkeden geçemiyor.


Buradaki makarnalar daha çok Çinliler'in noodle tarzında bol sebzeli yapılıyor. Yanında cacık tarzı bir şey ama içindeki otların tadi bir tuhaftı...

Hastalanıp yataklara düşmeden önce yediğim son yemek, The Last Supper! Aşırı yağlı etli pilav..

Özbekistan'daki yerel bira: Sarbast

Afgan Sınırında Tarihi Bir Kent: Termez

Özbekistan'dayken Termez'e gitmek tam anlamıyla 'off the beaten track' yapmak anlamıına geliyordu. Yani Termez'e turist falan gitmiyor. Özbekistan'a gelen turistler Taşkent'ten yola çıkıp Semerkant, Buhara ve Hiva'ya gidip sonra da başka bir ülkeye geçiyorlar yada evlerine geri dönüyorlar.

Termez, Afganistan sınırından taş atımlık bir mesafede bulunan tarihi bir kent. Tarihteki önemi bir yana, bugün burada pek bir şey yok. Sadece çok çok büyük bir arkeoloji müzesi, yıkıntılar halinde Budist manastırları ve Greko-Baktrian antik kentler (yani İskender'in gelişinden sonra korulmuş Helen etkili antik kentler) var. Biz 1. yüzyıldan kalma bir Budist manastırını ve Kampir Tepe isimli Greko-Baktrian antik kentini gezdik. Bunun dışında bir kaç tane daha tarihi yere bakıp sonra Termez'i terk ettik.

Termez ve çevresinin en önemli özelliği, Budizmin Batı'ya doğru yayıldığı ve kök saldığı en önemli topraklardan biri olması. Hatırlarsınız, Taliban, Afganistan'daki bir çok tarihi Buda heykelini dinamitlemişti. MS 1. yüzyıldan itibaren Budizm burada tam anlamıyla kök salıyor. Bir çok önemli Budist düşünür bu topraklarda yetişiyor. Arap istilasından sonra, Özbekistan ve Afganistan aslında Budizm ile İslamın karşılaştığı ve birbirinden etkilendiği çok önemli bir coğrafya haline geliyor. Dolayısıyla, Budizm etkili İslami hareketlerin ve tarikatların burada ortaya çıkmış olması bir tesadüf değil. Mesela Mevlana'nın Afganistan'ın Belh şehrinde doğmuş olması bu bağlamda çok manidar. Budist dünya görüşü ile İslami anlayışın karışımı olan Sufizm ve Nakşibendi tarikatları bu coğrafyada yeşeren düşünce akımları..


1. yy. dan kalma Budist manastırının kalıntıları..Termez ve çevresi Budizmin yayıldığı ve yeşerdiği en önemli bölgelerden biri.

Greko-Baktrian antik kenti. Kampir Tepe.

Kampir Tepe'den Amu Derya nehrinin bir kolu. Diğer tarafta uzaklara bakın, işte orası Afganistan!

Termez Arkeoloji Müzesi'nden bir Buda heykeli

Termez'deki büyük arkeoloji müzesi. Ulus inşa projesinin arkeoloji ayağı burada halka sunuluyor.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...